Tuba’nın suçu ne? İzmir’den bir okuyucum Tuba Büyüküstün’e benim de dahil haksızlık
ettiğimi yazmış. “Olgunluk çağında bir yönetmenin, başrolü teslim
ettiği oyuncusunu bu işin sorumlusu gibi göstermeyi düşünmesi bile çok
acı” diyor ‘Yüreğine Sor, asıl suçlu kim?’ başlıklı yazım üzerine İzmir’den
öğretim görevlisi Ayşegül Gündoğdu, ilginç bir e-posta yolladı.
Gündoğdu’nun hayli uzun mektubundan ben üstüme düşeni aldım ve aynen
yayınlamaya karar verdim. Bu eleştirilerden acaba başkaları da
paylarına düşeni alır mı? İşte Ayşegül Gündoğdu’nun yazdıkları:
“Sayın Ali Eyüboğlu, yıllardır köşenizi okumakta, sıklıkla da konularla
ilgili yerinde tespitlerinize katılmaktan kendimizi alamamaktayız. Ama
Tuba Büyüküstün’ün filmine destek vermediğine dair, sanki yönetmenin bu
konudaki düşüncesini onar tarzındaki yazınıza katılamadığımı
söylemeliyim. Gencecik, pırıl pırıl bir oyuncunun, ilk başrolünü aldığı
filmde fazla haksızca eleştirildiğini düşünüyorum.
Ali Bey, İzmir’de bir üniversitede öğretim elemanıyım ve derslerimizde,
alanımız gereği, film-film teorileri-tarzlarını da işlemekteyiz. Burada
gördüğümüz durum aslen şu; ortada, hem çekim teknikleri, hem konu, hem
o konunun işlenişi, hem de oyunculuklar bağlamında oldukça ‘klasik’
tarzda çekilmiş bir film var.
Film iyi, tanıtım yetersizBunun yanında, fevkalade güzel görüntüler ve tüm eleştirmenlerin ortak
ağızdan belirttiği gibi işini tam yapmış iyi oyuncular ve hatta o
‘klasik anlatım’ içinde gayet de iyi çekilmiş bir film var. Ama bu
film, maalesef reklam - lansman konusunda kısmen yetersiz kaldı. Mesela
Türkiye de çok seyredilen, Kanal D’nin ‘Cinemania’sı, ya da Saba
Tümer’in programı gibi çok fazla izleyiciye bir anda ulaşabilecek
programlarda bu filmin ne oyuncularını ne yönetmenini maalesef
göremedik.
Dolayısıyla, sinemada artık çok farklı konuların, çok farklı çekim
teknikleriyle, çok değişik anlatılarla çekildiği bu dönemde, bu filmin
muhtemelen biraz daha ekstra reklam-pazarlama stratejisine ihtiyacı
vardı.
Başarının tek ölçüsü gişe mi?Hal böyleyken, bir de üzerine, daha büyük bir sorun olarak, film ‘çok
az kopya’ ile gösterime girdi. Ali Bey, ben İzmir’de sadece iki salonda
gösterilen bu filme ancak Balçova’daki sinemada gidebildim. Pek çok
kentte de durumun böyle olduğunu duydum, okudum. Durum böyleyken, bir
yönetmenin -hele ki burada ödüle de, festivallere de, gişeye de doymuş,
olgunluk çağında bir yönetmen var- eleştirmenlerin övgüyle söz ettiği
ve de başrolü teslim ettiği oyuncusu ve olayla tamamen alakasız, üçüncü
bir kişiyi bu işin sorumlusu gibi, değil göstermesi, düşünmesi bile çok
‘acı’ değil mi?
YAzının tamamı için
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]